BÜYÜK EVİN HİKÂYESİ
Ya da annemin “Çiçek çehizi “
Ve diğerleri …
Söz başı
1
Bu öykü , birinci tekil şahıs ağzından anlatılmaktadır . Anlatılanların gerçek hayatla hiçbir alakası yoktur . Varsa bir benzerlik , tamamen tesadüf ya da benim hayal gücümle sınırlıdır .
Başlıyoruz …
Çocukluğumdan kalan ve bir türlü silinmeyen , unutmadığım görüntülerin başında , başlıkta okuduğunuz “ Büyük Ev “ gelir .
Çocuk aklımla , kocaman , tahtadan bir dev gibi gördüğüm bir dış kapıdan , cümle kapısından girilirdi içeriye . Zemini beton olan , aklımda , konağın içinde bir futbol sahası gibi duran , gözlerimde yer eden bir bitmeyen boşluk . Dolgu lastikden yapılma , avuç içi kadar toplarla , orada çok futbol oynadım .
Bir türlü anlamadım şey ise , bir yığın odasının olmasıydı .Üst katla , girişdeki oda depolar arasında, büyükçe bir kapının açıldığı , sanki bambaşka bir dünyaya adım atılacakmış hissi veren orta kat vardı . Yukarıya çıkan taş merdiven , bu katın kapı hizasında biter , orda bir düz alan , seki yapardı . İçeriye bir gün dayanamayıp , göz attığımda , karşılıklı ikişer oda , eski püskü karyolalar, yatak yorgan takımları , kırık dökük sandalye ve masalar görmüştüm . Bu durum ,meraklı çocuk aklımı , fena halde rahatsız etmiş , o yatakların kime ait olduklarını ve neden bu evde yaşadıklarını öğrenmeye , engellenemeyen bir dürtü duymuştum .Bu engellenemeyen merak dürtüsü , bu yaşımda , hâlâ benimle yaşar .
Bu odaların yanı sıra , mutlaka anlatılması gereken husus, evin sahici hayatındaki , aileye ait olmayan kız çocukları idi . Benim çocukluğumda , birisi benim yaşlarımda , diğer ikisi yetişkin iki kız kardeş , üç kişi vardı . Kız kardeşlerden büyük olanı , yatılı kalmaz , sabahları bir fayton gelip , kapıya bırakırdı . Bu insanları merak etmezsiniz de , na’parsınız .
Bunlar belkide evin köleleri idi . Bu evde , hep köle olmuş zamanında . Bir tanesi de , annemin anlattığına göre , Habeş kırmasıymış . Ama bu köleler , biraz farklı kölelerdi . Bu köle kızlar ya da kadınlar , aslında evin ayrılmaz birer parçası gibilerdi . Gayet güzel muamele görürler , temiz giyinirler , arada bir kulakları çekilirdi , o kadar . Başka konaklardaki benzer kızlar , nasıl muamele görürler , pek bilmezdim ama bu konaktaki gibi muamele görmediklerini,içimdeki derinlik , bana söyleyegelmiştir.
Kızlar,sabah erkenden kalkarlar , etrafı mutlaka , hafif ıslatarak süpürürler,bacalı gazocağı dolabının içinde, gazocağını yakar,çaydanlığı koyar ve hemen , en iri kıyım demliği hazır ederlerdi .
Daha sonraları öğrendiğime göre , kahvaltılara , gerekmedikçe , yalnızca evin has katında yani son katında , ev sahipleri ile birlikte kalan kızlar , katılırmış . Ama ilginçtir , akşam yemekleri ise , cidden bir tören , bir ayin gibi olurmuş çoğu kez . Annemim “ Çiçek Çehizi “, büyük bey , Kemal Efendi’nin bir göz işareti ile merdivene koşar , ayakkabılığın önündeki sekiden , merdivenlerin aşağısına doğru , “ Fayık Aaaaa, Hüseyin Emmiiii , Bayram Efendiiii , Meneşe kııız , yemek sofrada ,kocatmayııın “ diye ünlermiş ki , büyük bey Kemal Efendi , durduk yerde hiddetlenmesin , bir an önce sofraya oturulsun .
Bu sofrada , ben de , sanırım , dört yaşıma kadar ,arada bir annemin kucağında yemek yemişim .
Kimdi bu insanlar , ne arıyorlardı “ büyük evde “… Sadece Hüseyin Emmi’yi biliyoruz . Kemal Efendi’nin en büyük evladı , 1910 doğumlu olduğuna , Hüseyin Emmi’nin de , başta en büyük evlât olmak üzere , diğer dört çocuğu da kucağına aldığına göre , en kötü ihtimalle 1900 doğumlu falan olsa gerektir .
Aile , Emmi’ye , kendi aralarında , daha çok “ ammi” derdi ;
babamın dilinden , çok duymuşumdur . Rusyanın , doğu Karadeniz’i işgalinde , bölge illerinden , epey aile , batıya doğru kaçar . Emmi de, abisiyle birlikte , bir sabah gözünü , “büyük evde “ açar . Küçük Hüseyin , buğday benizli, gür saçlı , açık ya da uçuk mavi gözlü idi . Bir zaman sonra abisi , Kemal Efendi’ye ,” Ağa, ben Haleb’e , kısmetime gidiyorum , Hüseyin size emanet “ deyip , çeker , gider.
Emmi de bize kalır .
Bu arada ,hatırlatayım , “Kemal Efendi” dedemi.
Dedemi tanımak isterseniz , beni hatırlayınız , içinizden geçiriniz … Aksi , kolay kolay lâf ,söz anlamaz , Tarsus Cumhuriyet Halk fırkasının , 30lu yıllardaki belalısı … Parti binasına çıktığında, “ Aha , gene geldi, bu defa nereyi karıştırıp,soracak “ diye , çevrenin ve dönemin belediye başkanı Hakkı Ramazanoğlu’nu illet eden adam .
Ben de , bundan farklı bir yaşam sürmedim ki. Ne derler !
“” Otu çek , köküne bak”!
Her taşı kurcaladığından , adliye başkâtibi iken , daha da meşgul olsun diyerek , “ idare “ , dedemi , EYTAM müdürü yapar . Eytam , ne mi demek !
Dul , yetim , şehit maaşını dağıtan devlet “ dairesi “. Bu arada , fırsat bu fırsat deyip , hazır “ eytam” sandığının başında iken Kemal Efendi , hırpalayalım diyerek , “ eytamın parasını kullanıyor , tarla takım alıyor “ diye de dedikodu çıkartılır . Oysa geniş ailenin , varsıllığı , babadan büyük dedem Hüseyin Hüsnü Efendi’den değil , nenem , Besime Hanım babası , Hacı Gafur Efendi’den gelmektedir . Bu varsıllığın kökü , bilinmemektedir .
Konağı , 1830’larda , bir Ermeni aile yaptırmış . 1860’larda ise , nene babam ,Gafur Efendi satın almış ve zaman içinde , eklemeler yapılmış .
Sanırım , “” annemin çiçek çehizi” tamlaması ,dikkatinizi çekmiş olmalıdır .
Annemin anne tarafından büyük dedem , Mahmut Şami , Borlu bir hanımla evlidir . Haliyle , Bor’la irtibat kesilmemiştir .
Annem , henüz nişanlı , Bor’un Melendiz dağlarının eteklerinden , koyu buğday benizli , omuzlarına inen saçları ile sükûnet bakışlı bir küçük kız gelir eve .
Bu küçük kızın , yaşam sürgiti , günün birinde , ömrümüzün mihenk taşlarından biri olacaktır yahut da nirengilerinden .
Birgün , baba dedem , düğün zamanı geliyor diyerek , Mersin’e bir kamyon gönderir ve “ annemin çehizi” yüklenecektir bu kamyona . Bu “küçük kıza” , zamanın moda kumaşından , karpuz kollu denilen , cici bir elbise diktirilmiştir . O elbise ile fotoğraf çektirilirken , stüdyoda , bir karışıklık olur , “ karenin “ içinde görünmez . BU tuhaflık , yıllar boyu , “küçük kızın “ , derin kederlerinden biri olmuştur .
Nihayet , eve gelen kamyona , annemin çehizleri yüklenmiştir .Aile içinde yaşarken , güler yüzlülüğünden , pembe yanaklılığından ötürü , kendisine “ çiçek kız” lâkabı verilmiştir . Yıllar için de bu “çiçek” lâkabı , asıl adı yerine geçer aile içinde . Biz O’nu , Rabia diye değil , ÇİÇEK diye biliriz , anarız ve sahipleniriz .
O ara , kamyon hazırlanmıştır . Üstüste yığılan koltuklardan biri, açıkta kalmıştır . Dokuz yaşındaki bu “ kızı” , o koltuğa otutturp, diğer “ çehizlerle “ birlikte , Tarsus’a , konağa gönderirler .
Yıllar sonra , “ ÇİÇEK ABLAMIZ “ bir sohbetinde , bu olayı hatırlatarak , “ Neme lazım oğlum , ben ,ablamın ( annemin ) çehizi gibiydim “ deyince , aklıma, şimşek gibi , “ ANNEMİN ÇİÇEK ÇEHİZİ” betimlemesi geldi . Geldi de iyi oldu .
Annem , ilk doğumunda ,dünyaya gelen “ ablamı” yitirir !?
Ev , çevre , yoğun bir keder içindedir .
Annemin, bana gebeliği , bu kayıp nedeniyle , pek bir ağdalı , şatafatlı , haseki sultan gibi geçer .
Bir Kasım günü , öğle saatlerinde , memleketin efsanevi ebesi NAZPERVER HANIM , beni , annemden dikkatlice alır , göbeğimi keser , üzerimi “ ablamla “ birlikte silerler , kundaklayıp , anneme verir ablam beni .
Sonrasında da ablam , bana deyişine göre , mahalledeki hısım akrabaya , “ müjdeci” olarak gönderilir .
Zamanın ruhu , adeti uyarınca .
Bu Habere Henüz Yorum Yapılmamış..!