ANASAYFA  |  ÖNERİ VE ŞİKAYET  |  İLETİŞİM

BİYOGRAFİ HABERLER MAKALELER GİYOTİN HAVUZU İLETİŞİM
AĞZINDA CAM KIRIKLARI | HÜSEYİN SUNGUR | Resmi Web Sitesi
  KADROMUZ
 
AĞZINDA CAM KIRIKLARI

ÇİĞNEYEN ADAM

HEVKEREDEKİLER(*)

 

 

 

ÖNEMLİ NOT

 

Bu anlatında okuyacaklarınızın, gerçekle hiçbir ilişkisi yoktur.

Tamamen kurgudur.

Varsa bir ilişkisi,tamamen tesadüften ibarettir.

Biline…

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------/

Buraların garipliği, kendine göredir.Ağaçtan çok ayrık otu,geliç,yabani dikenli kuşkonmazdan geçilmez.Kimi hendek kenarlarında, tek tük nar,incir görünürse de, pek de meyve verdiğini hatırlayan yoktur köy yerinde.

Köyün adamlarının çoğu,seyiptir(*).

Sizin anlayacağınız, kanı kaçık hamam suyu gibi, pek işe yaramaz,tembellik belkide bir yaşama şekli olagelmiştir onlar için.Kahve gevezeliği heveslisi, önlerine konan işe, binbir acaip kulp takan,kaidesini ,kahve sandalyesinden kaldırmayıp , türlü lâf taklası atanlardır bu insanlar.

Derler ki, köyün en eski ve ilk çiftliği, atan, eski adliye başkâtibi Kemal Efendi tarafından yapılmış, hatta  Burhan Kemal, köylüye hendek attırmasını bile öğretmiş. Merakımdan Köse Koca’ya, hendek attırmak da neyin nesidir diye soracak oldumdu.Öyle deme yeğen,Burhan Kemal, hendek işini öğretene kadar,ağır yağmurlarda köy, baştan aşağı balçığa keserdi.

Birgün dayanamamış,kayfenin önüne bir masa kodurmuş,evin birine de, undan yapışkan yapmasını öğretip,birkaç tane kâğıdı, nerden bulduysa köy yerinde,birbirine iliştirip,hendekler için bir harita bile çızıvermiş.

Ben, o saatte, höyüğün dibindeki malları güdüyordum ya, olanları göremediydim.

Şeerden de birkaç dene hayvan kiralayıp,köye,kazma kürek yükü getirdiydi.Onu gördüydüm,Allah var.

Vermişler kazmayı toprağa.

Hendekler, haritaya göre,kan ter içinde kazıldı, çiftliğinin meydanında,kocaman kazanlarda,kaç gün aş,ekmek piştiydi.

  Haylice kurtardıydı köyü, yağmurun batağından,çamurundan.

Çiftliğin önündeki okaliptüs ağaçlarının , ağır aksak,iki taraflı salınmalarından çıkan hışırtı benzeri, çocukluğumdan beri beni, korkuta gelmiştir.

Şehirden köye geldiğimiz günlerde,sofadaki demir parmaklıklı küpeştelerin, yuvarlak kesimli , ahşaplarına çenemi dayayıp, ağaçların sallanmalarını izlemek, hışırtılarını kulağımdan beynime indirmek,hem keyf hem de tatlı bir korku verirdi içime.

Atam, köyün çevresine hendek attırmış da, lâkin aynı tedbiri,çiftliğimizin meydanı için, her nedense düşünmemiş.

Kış günleri, gazlı enter traktöre takılı,örtmeli naylonlarla (romörk) çiftliğe gelir,şöför Topal Habip,motoru merdivenin önüne çeker,önce beni kucaklar,sonra kardeşlerimi indirir,son beyitte de,sofadan birkaç tane sandalye indirilir,”evdecinin” hanımı,anamı elinden tutup,sandalyeye uzanmasını sağlar,anam da, sandalyelerin üzerinden sekerek,merdiven başındaki, safi taş su basmanına adımını atar.

Yukarının terliklerini giyer, mutlaka ocak yanmakta ve içinde, deve boynu gibi bir kütük çatırdamada, bize,sanki hoş geldiniz der.

Ocağın etrafı,masanın altı,çevre, hafif ıslatılmış talaş serpilidir.Toz tutması,temizlik ve sıçrayabilecek kıvılcımlar içindir bu tedbir.

Böyle kış günlerinde,çiftlikte karnımız erken acıkırdı her nedense.

O ikindin günü, uğursuz,garip,muamma bir sessizliği terkisinde taşıyordu.

Karnını şişiren rahmet bulutu gibi, zaman da, bir şeye hazırlıyordu kendini.

Bana öyle anlattılardı; Arabın Hüseyin,muhacir   Adil Abi,Deli Memed’in Muhiddin Abi.

Bahar,geliyim mi, gelmiyeyim mi telaşesi içinde,esiyor,duruyor,ısıtıyor,inceden üşütüyordu.

O gün ikindiydi, belkide ezan okunacaktı.Adana ırmağından  ağrı(*) gelen yel,sanki birine bakar gibi ,köyün meydanını dolandı,edemedi çiftliğe doğru , örtmeleri nişanlayıp,aktı,kimisi paslı , çinko damları üfürdü,takırdattı,Makas tarlayı yaladı,arkasına aldı, köprü başına vardı, gitti.

Orda da duramadı,zorsunmayıp, Orta Çiftliği buldu,kararsızdı.

Kel Ahmet dedi, Zübeyr dedi,tutturamadı,geveledi, eveledi,şehre doğru kırbaç gibi şaklayıp, gözden kayboldu.

Birden bir el silâh atıldı.

Çiftliğin Kel Ahmet’e bakan duvarına gitti, geldi yankısı.

Şehre doğru basıp,giden yelin, arkada geciken kısmının uğultusu,cılız da olsa, silâhın sesini bastırır gibi olduysa da,hesap edilemeyen bir yandan , canhıraş bir erkek sesi,havayı ustura gibi yırttı, çevreye yayıldı;Yapmaaaaa Ş……….

Yapmadan sonraki kelime anlaşılamadı.

İki el daha atıldı.

O an gökyüzünde avare kasnak uçuşan bütün kırlangıçlar,yaban güvercinleri,sığırcıklar darma dağın bir şekilde, uzaklara kaçıştılar.Kuşlardan sonra, iki el daha atıldı.

Sonra!

Sonra ortalık börtü,böceğe kaldı.Karanlık çökmemiş, baharın tazelenmiş güneşi, bir kez kültüvator(*) yemiş tarlayı ,parlatıyor,sürülen toprağın,gizlerindeki haşereyle kucaklaşan nefesi, kokusu,etrafa yayılıyordu.

Makas tarlanın içinden fırlayan cüsseli,uzun boylu gölge,koşar adım çiftliğe girdi,ahırın kerpiç duvarına yaslı,taka tuka mobileti aldı,koşarak çalıştırdı.

Orta Çiftlik yönüne fırladı.

Çiftlikte çıtın eseri yoktu!

Kasabanın jandarma komutanı,kıdemli yüzbaşı Faik Bey,mesaisini bitirmiş, nöbetçi astsubay Selim’le , bahçe kapısında,hafif serinleyen,limonata gibi havanın sersemliği ile lâf inidirip,kaldırıyor,hazır hanımı,annesini ziyarete gitmişken, Cenab’a mı , Kel Adnan’a mı,Civciv Ahmed’e mi, gidip, birkaç kadeh parlatsam diye ayak sürüyordu.

Çiftlikten mobileti ile paldır küldür çıkan motorcu Şehmuz,karakolun önünde, motorunu ayakları ile fren yaptırarak durdu.Motorunu,gelişi güzel bir şekilde yere yatırarak, bıraktı,sakin bir şekilde Yüzbaşı Faiğ’in yanına varıp, durdu.

“Kumandanım,ben Çatalca köyünden Şehmuz,köyün girişindeki çiftliğin sahibi, Sebati Bey’i vurdum. Beş tane şavrittin sıktım.Cesedi, çiftliğin bitişiğindeki tarlanın içindedir” dedi.

Yüzbaşı Faik ve astsubay Selim, duyduklarını,bir an toparlayamadılar.

“Sen,Sebati Bey’i mi vurdum diyorsun” cümlesiyle,yüzbaşı Faik,motorcu Şehmuz’a yaklaştı.

Şehmuz,buza kesmişti.Belli ki, ettiğinin şokunu,yeni yeni yaşamaya başlamıştı.

“Evet kumandanım.Sebati Bey’i vurdum,cesedi de tarlanın ortasında bir yerde duruyor “ dedi.

Şehmuz’u ortalarına aldılar,tuhaf ,karmaşık duygular içinde, nezarethanenin bulunduğu salona yürüdüler.

Faik yüzbaşı, içeriye seslendi: “Selâh onbaşı,cibi hazırla, olaya gidiyoruz “ .

Bu cinayetten birkaç yıl önceydi.

Çiftliğin gerçek sahibi Burhanlı’nın oğlu Asım Bey,yıllardır baştan savdığı karaciğer illeti ile ülserinin patlama yapmasına dayanamamış,çok sıcak bir Ağustos günü,dünya değiştirmişti.

Daha kırkı çıkmamıştı ki , damat Sebatî, çiftlik binasını eline almış,evvelâ merdivene gölgelik olan ,koca koca okaliptüsleri kökletmiş,hızını alamayıp, çiftlik avlusuna bakan taş merdivenin yönünü, Makas tarlaya çevirtmişti.

Aklı sıra, Asım Bey’den ,etrafta herhangi bir iz,izlek,belirti,işaret kalsın istemiyordu.

O gün,Asım Bey’in dul eşi Nezihe Hanım, oğlu Cumhur ile çiftlik evinin ocaklı,bol kara sinekli açık salonunda,emektar çiftçibaşı(*)Hakkı ile derleşiyorlardı.

Hakkı, Adana tarafında , büyük bir çiftlikte çalışırken askere gitmiş,terhisinde ,bu Adana Beyi’nin yanında kalmak istememiş, sora ede,Çatalca köyündeki, Burhanlı ocağına yazılmıştı.Henüz 21,22 yaşındaydı.Nezihe Hanım da, henüz birkaç yıllık evliydi.

Hakkı,masada pek durgundu, belli ki, zihninde dolaşıp,duruyordu.

“Abla,can ablam,şu Sebatî Bey’le görümcen mi  konuşur,büyük hanım mı ! Adamın dilinin ne ayarı var, ne de dizgini.

Ana,avrat,soy,sop…Ne gelirse aklının dibine, çıkıyor ağzından.Bak ablam,yarın başına bir hal gelir valla.Tutmalar,motorcular,evdeci(*) pek rahatsız bu densizlikten.Bilesin ablam”.

Gelin Nezihe Hanım,mektepli bir kadındı.

Orta mektebi bitirdikten sonra,amca kızı Nedret’le birlikte,günlerce ağlayıp,sızlamışlar,ailelerini ,istanbul’daki, ecnebi mektebine gitmeleri için ikna etmişlerdi.

Bu uğurda,Nedret’in babası,büyük ağabey, işlerinin bir kısmını,ortağı küçük erkek kardeşine bırakıp, İstanbul E.önünde bir yazıhane açmaya kadar götürmüş, haliyle,bir de kiralık ev tutulmuştu oralarda.

Nezihe Gelin, çiftçibaşı Hakkı’nın dediklerini dikkatle dinledi, hiç ses etmedi.

Zaten ASIM BEY’in vefatından sonra,damat Sebatî,kendine etmediğini bırakmamıştı.Eşinden kalan işlerin çözümü,demir leblebi idi.

Bunlar yetmezmiş gibi, hangi daireye gitse, ardından gölge gibi süzülüp,aldığı nefesi bile kontrol etmek istiyordu.

Hatta birgün, nasıl bir cinnetvari nefesle EŞİNİ  kandırdıysa, görümcesi,Nezihe hanım’a telefon edip,” Nezihe,Allah aşkına,kocamdan ne istiyorsun,neden devlet dairelerinde takip ediyorsun” diye çıkışmaz mı!

Cinayet işlenene kadar,Nezihe Hanım, çekeceğini çeker.

Cenaze günü, sülâlenin büyükevinde, Sebatî’nin tek kızı Eren, ortalık yerde, Nezihe Hanım’a bakıp, istedikleri oldu diye haykırmaz mı!

Köyün üzerine çöken kötülük bulutu , anlaşılan ,yememiş,içmemiş şehre kadar gelmiş, büyükevde gizlenmiş.

Motorcu Şehmuz’un, Sebatî Bey cinayeti mahkemesi ,uzun sürmedi.Mahkeme heyetinin, ağır tahrik söylentisini dikkate alıp, bu yüzden otuzaltı yıl verdiği söylendi,durdu.

Fazla geçmedi, devletin kuruluşunun ellinci yılı şerefine, meclis, kader kurbanları affını icad edince, Şehmuz’un da ,affa uğradığı ve salıverildiği ,her yana yayıldı.

Ama Şehmuz köye dönmedi.

Fakat bir gün!

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------/

 

NOT: Anlatıda geçen, kimi bilinmeyebilen sözcükler:

Hevkere/ bugün çok azalmış da olsa,çiftliklerde,ana binanın önünde, birkaç dönüm büyüklüğünde olup,kimileyin ekilip,dikilen toprak parçası…

Seyip:sıfat,gevşek durma, ilgisiz,meraksız.

Ağrı: yön belirten isim, o taraftan gelen, o tarafa giden…

Kültüvator: isim,İngilizce cultivate fiilinden devşirme…”V” harfli , iki sıra halinde ,bir çift demir/çelik sırlığa sabitlenmiş,toğrağı,bir, bir buçuk  karış kadar sürüp,patlaymaya yarayan,pulluk , KAZ AYAĞI bıçaklı.

Evdeci: en sevdiğim kırsal Çukurova sözcüğü.Çiftliklerde, çoğunluk ZAZAlarımız’dan seçilen, yemek pişiren, çalışanların giysilerine,sağlıklarına,aş ve ekmeklerine nezaret eden.

Çiftçibaşı: bu da çok hoştur. Tam Türkçedir. Çiftlik kâhyası.”ağadan” sonra ,gelir.



Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

    Bu Habere Henüz Yorum Yapılmamış..!



 
 HABERLER
 
TUTUNAMAMAK
NASIL BİR EDEBİYAT

Tarih : 17.12.2024
Devamı...
 
 
BÜYÜKEVİN HİKAYESİ
2.2. BÖLÜM

Tarih : 26.11.2024
Devamı...
 
 
 
 MAKALELER
 
BİR EMİNE ROMANI
İÇ DÜNYA ÖYKÜSÜ

Tarih : 10.01.2024
Devamı...
 
 
sonbahara merhaba
candan ve gönülden

Tarih : 14.10.2023
Devamı...
 
 
 
 GİYOTİN HAVUZU
 

ÖZET OLARAK TÜRKİYE
16. BÖLÜM

Tarih : 23.11.2024 |
Devamı...

 

ÖZET OLARAK
TÜRKİYE / SONBAHAR 1

Tarih : 21.10.2024 |
Devamı...

 

ÖZET OLARAK TÜRKİYE
8. KISIM

Tarih : 1.08.2024 |
Devamı...

 

ÖZET OLARAK TÜRKİYE
7. KISIM

Tarih : 31.07.2024 |
Devamı...

 


 
 

 
 
ANASAYFA BİYOGRAFİ SIK KULLANILANLARA EKLE GİZLİLİK İLKELERİ İLETİŞİM


Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.

HÜSEYİN SUNGUR | Resmi Web Sitesi | huseyinsungur.com © Copyright 2015-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA