ANASAYFA  |  ÖNERİ VE ŞİKAYET  |  İLETİŞİM

BİYOGRAFİ HABERLER MAKALELER GİYOTİN HAVUZU İLETİŞİM
BİR EMİNE ROMANI | HÜSEYİN SUNGUR | Resmi Web Sitesi
  KADROMUZ
 
BİR EMİNE ROMANI

İÇ DÜNYA ÖYKÜSÜ

 

 

  1. bölüm

Aklıma esip, cebimde de , o zevki kaldıracak kadar param olduğunda , onu arar , evime çağırırdım.Bazan gelmez , kendi hovardalığına gider , ama ne yapar yapar , müşterisine naz niyaz eder , cilvelenir , komple olacak zevk gecesini , yarısında bıraktırır , dolmuşla , taksiyle , bizim mahalle taraflarında ise , ille de bizim bekâr evinin önünde taksiyi durdurur , cama bir taş atar , “ Ben geldim , kapıyı açın “ der , teklifsizce içeriye dalardı.

Çoğunlukla da taksi parası , bize yıkılırdı.

O sefer büyük hanım , birkaç aylığına şehir dışında idi. Yorgun argın yatıyorum , kuzey penceresinden , sonbahar tadında bir Nisan Mayıs esintisi giriyor içeri , tüm duvarları geziyor , yüzümü dolaşıyor , sanki bir ikinci şahıs gibi , yalnızlığıma ortak olmak hissi veriyor insana.

Hoş bir duygu , bedeni olmayan bir yoldaşının olması.Aslında garip , merak çukurlarına düşüp , görünmez bulutlarla sarmaş dolaş olmak gibi bir şey mi derken , telefon çaldı.

Telefonda o!

Sesi biraz kırık , güçsüz , canı cini çekilmiş gibi.”Na’pıyorsun, teyze evde mi “ deyince , gelmek istediğini anladım . “Hadi gecikme gel “ deyip , telefonu kapadım.Aşağıya indim , biraz sebze , meyve , peynir falan desteği yaptım buzdolabına.

Her zamanki kot pantolonu , kısa kollu yuvarlak yakalı lâcivert üstlüğü ile kapın(m)ın önünde idi. Evime , hiç makyajlı gelmemişti. Bu kez hafif bir ruj , göz kapaklarında , hiç görmediğim bir yeşil tonda sürme , masum bir tebessüm eşliğinde , beni hemen içeri al diyordu.

Kafesinden kaçmış , gökyüzüne alışamamış , korkusundan sığınacak güvenli bir kafes arayan , dişi bir saka mıydı !Belkide , içdünyamın görmeyi arzu ettiği , örtülü , sıra dışı bir aşk umuru muydu!

Yorgunluk kahvesini yaparken , “Burhanoğlu , şohbeen açık mı “ diye seslendi. “Açık,açık” dedim. “Ben bir döküneyim , kirim pasım gitsin”. “Kahveyi ocağa sürdüm , suda fazla oyalanma “ dedim.

İşlemeli tepsiye kahveleri , büyük bardak suyu koyup , oturma odasındaki mermer üstlüklü , orta sehpaya bıraktım.

Banyodan gelen su sesi kesilmişti.Kapının önünde durdum , “Her şey yolunda mı “ dedim!”Kapıyı aç , kapıyı aç “ diye seslendi. İçeri girdim , duşun altında , olduğu gibi duruyordu . “Beyaz dolaptan , neden havlu almadın “dedim!

“Ne bileyim , çok temzilerdi , mis gibi de kokuyorlardı .Utandım almaya , vücudumdan kirlenirler diye çekindim”. Şaşırdım.Küvetin önünde , ayakta , ılık sudan domurlanmış vücuduna bakarken , içimden bir şehvet mi aktı !Yoksa bir merhamet , koruma isteminin , şehvet ırmağına karışması mıydı , bilemedim.

Uzatmadım , beyaz dolabı açtım , uygun bir havlu çıkardım, enlemesine açtım.

“Gel” dedim…  

  1. bölüm

Çekinerek , ürkerek , sularını banyo zeminine damlatarak elini uzattı .Evime bu kez , alıştığımız hovardalık hayatının dışındaki bir anlamın içinden geliyordu. Kendisi , belkide yaptığının farkında değildi. Belki o ana kadar , kmsenin evine , arada para olmadan , sırf kendisi için ; oturmak , sohbet etmek , insan olabilmenin ivazsız sularında kulaç atmak üzere , gitmemiş olabilir . Belkide öyleydi ki , havluya sarılırken , yüzüne kopup gelen tebessüm , sanki uzun zamandır gönülden özlenen bir varoluş biçimine , yaşam lezzetine kavuşmanın ışıltısıydı.

“Arkanı dön de , havluyu iyice sırtına sarıp , sıkılayayım “ dedim. Cevap vermedi , sırtını tutarak , beyaz dolabın yanındaki fayansa yapışık havlu askısına , havlusunu çıkarıp astı.

Yüzündeki özlemli tebessüm , diline indi . “Küvete gir “ dedi.”Üstümdekiler “ dedim. “Ne var ki, bırak sılansınlar “ deyip , omuzlarımdan küvete doğru itti gövdemi.

Aşk mı  şehvete , şehvet mi aşkın ırmağına karışıyordu!Hiç bir zaman bilinemedi.Bilinmesi de beklenmemeliydi.Çünkü insan öyeydi ; bir anlaşılmaz muamma bütünüydü. Görünmeyen , yığınla kılcalları vardı.Ne zaman parça halinde , ne zaman dalga dalga olacağı belli olamıyordu. Hiçbir zamanda olmamıştı.

Önce ben , sonra O uzandık küvete. Tabanda biriken su , üstümdeki giyitleri , vücutlarımızın hareketine göre , ağır ağır ıslatıyordu .

Gelgitler , zihnimde deliler gibi hareket ediyor , şakaklarım zonkluyor , ense kökümü görünmez bir çift bıçak , sağlı sollu , kazıp duruyordu.

Burnunu burnuma dayadı  “Ben , bir süre burda kalmak istiyorum “ dedi. Endişelenedim . Bir şeylerden mi kaçıyor , saklanmak gereğini duyuyordu !

Eşelemek istedim .

“Bir sıkıntın mı var , seni rahatsız mı ediyorlar “ dedim.Üç defa hayır dedi.

“ Peki o zaman , neden kalmak istiyorsun ! Beş,on gün sonra , Kapadokya’ya şantiyeye gidecem . O vakte kadar , paşa paşa kaırsın” dedim.

“Ben , senin yanında kalmak istiyorum , kırma beni  “ dedi.

“Senin” zamiri , bu zamana kadar duyduğum , en kuvvetli bir iç sesle söylenmiş , yüksek bir sahiplenme duygusu kaplı bir “ sen” di.

“Hadi kalk , oturma odasına geçelim , orda anlatırım olanları “ dedi.

Küveti boşalttım , üstümdekileri de çıkarıp , sıktım , çamaşır makinasının üzerine serdim .Askıdaki havlusunu sırtına atıp , önden sıkıladım .Beyaz dolaptan , bir havlu da kendime alıp , sarındım.

Oturma odasının makine halısının üzerine , bahar geldiğinde , beyaz çarşaf sererdim . Böylece odaya , az çok serinlik dolardı .

Odaya girince , üzerindeki havluyu , serin beyaz yer çarşafının üzerine bıraktı .Giysiliymiş gibi , rahatça yere uzandı , sırtını üçlü divana verdi.

Aynını yaptım .Sol omzumu , sağ omzuna dayadım . Bu şekilde , burnunu burnuma dayadı . Buna rağmen , rahat konuşabilmek için , dudaklarımız arasında pay bıraktım . Benden çekindiğini hissediyordum . Gözgöze gelmekten irkileceğini düşünüp , gözlerini kapadı . Masumiyete giden bir yol gibi , kendisini , bana , tüm arıyla teslim etmek ister ister gibi , başını kaldırdı.Sağ elimi , çenesinin altına uzatıp , yavaşça bastırdım . “Aç gözlerini , gözlerime bak . Korkma , sana bir yanlışım olmaz , olamaz ,  bilmiyor musun “ sözcüklerini , kulağına ,az çok eğilerek , fısıltı halinde söyledim .

Başını , belli belirsiz , anladım makamında salladı . Cılız , ürkek bir sesle ,”Biliyorum , çok iyi biliyorum  da , senden çekiniyorum Burhanoğlu”.

“Neyden , neyimden çekiniyorsun ki “!

“Bu odada , aşağıda Yurtsever’in evinde , kaç defa , başka başka adamlarla hep birlikte yedik , içtik , eğlendik”.   

“Eeee , sonra “!

“Hemen hepsi , seninle konuşurken , sanki , ne bileyim , senden ürküyorlar mıydı , çekiniyorlar mıydı!

Sana , sanki geri geri bakıyorlar gibi geliyordu bana . Ben de onlara baka baka , senden höflenir oldum , ürker oldum”.

“Ama önemli bir şey vardı .Sen , onlara da , bana da , hep aynı davranıyordun . Bu çok hoşuma gidiyordu “.

“Nasıl aynı davranıyordum “?

“Ben , işte belliyim yani . Hovardalıklara , parayla giden biriyim . Ne olduğum ortada .Onlar , hepsi iş sahibi , büyük yerlerde çalışan adamlar”!

“Sonra”?

“Sonraaa, sen herkese , aynı muameleyi geçer , zirzopça , boş lâf edenleri bozardın . Masadakiler , sana pek bir şey diyemezlerdi .Ben , masada sen olduğun zaman , kim olduğumu unutur , kendimi , senin evinin kadını gibi hisseder , böylece rahatlardım . Sanki , hayalimde , senin sırtında gezen , kollarını beline dolamış , no’lursa olsun , kendini koruyan , gözeten bu adamdan uzak kalmamayı düşünürdüm. Yani , o hovardalıkların içinde , içim dışım , gün gelir boğulurken , bunları içimden geçirir , rahatlardım .

Onun için , bu ara o kadar sıkıldım ki , senin eve kaçsam diye düşündüm , işte geldim”!   

 

 

3.bölüm

Yüreğin derinliğinden gelen,itirafa,iç dökmeye,rahatlamaya benzeyen sözler,beni de çok rahatlattı.Burnumu,burnundan uzaklaştırdım.Bir şeyler söyleme gereği,yükseldi içimde. ”Ben,dedemin evinde doğmuşum.O büyük,konak benzeri evin,orta katında,üç dört tane oda vardı.Çocukkken oaralara girip,çıkmayı,eskizamanlardan kalma öteberiyi,eşyayı kurcalamayı çok severdim.Bir de,çok eskilerde,on yaşlarında falanken,her nasılsa bizim konağa sığınmış,ömrü,o konakta geçmiş,sözü,dedemden,nenemden sonra gelen vekilharcımız ,Hüseyin Emmim vardı.”

“Bi dakka” diyerek sözümü kesip,kısık sesli,gülmeli bir çığlık atıp,sorgulandı.”Ne harç,ne harç,anlamadım”!

“Ne demek o lâf,hiç duymadım.”

O ara, dalıp,gitmişim,nasıl olduysa.

“Yahu,sen bana vekilharç nedir diye sordundu,değil mi!Yüzüne bakarken,dalgaya geldik,hayallere istikamet verdi, aklımın bir tarafı.Bir yerlere gidip, geldim, yüzün sayesinde galiba.Evet,vekilharç,büyük ve kalabalık konak yavrusu evlerde,evin sahibinden,hanımından sonra gelen,talimatlları uygulayan,yeri geldiğinde, tüm evi çekip çeviren,özü sözü mert insan ve çoğunlukla erkek olur bu insanlar”.

 

Yaşayageldiği ömür,elbette benimle kıyas kabul etmezdi.Kentin,huysuz,avantüriye bir mahallesinde,erken kalkan erkek çocuklarının,mutfak destek direğindeki çiviye asılı gömleği,babalarından evvel aşırarak giyip,çalma olur,çırpma olur,yol kesme olurlarla,karınlarını,o günlük doyurma kavgasına katıldıkları bir dünyanın,sessiz fakat içburkan kanıtıydı,yanımda yatan genç kadın.

Bu dünyada,elinde yarım avuç aklı,bedeninde taşıdığı etinin çekici güzelliğinden başka,sırtını dayayabileceği hiçbir desteği yokdu. 

Hatta, dolmuş parasını denkleştirip,çarşıya indiği ilk gün ,kimbilir,neler neler düşünmüştür.Gözlerinde,yalnızca sokaklarının köşesindeki,yıllanmış bakkalın görüntüleri varken,aniden çarşıdaki pek bahalı dükkân vitrinlerindeki elbiseleri görmek,mutlak hafsalasında,ne rüzgârlar estirmiş olmalıdır.

Bir geldiğinde,önce oturma odasında kahve içerken,kütüphane raflarına sonra da salondaki bin dokuz yüz ellilerden kalma,aslan ayak  mobilyalara,annemin koyduğu tabla ve süslüklere sürekli bakmış,nefesinin tutulduğunu hissetmiştim.

Başını,sağ dirseğimin içine dayadı,parmakları ile göğüs kıllarımı çekiştirmeye başladı.Dudakları,sağ mememe doğru yaklaşıyordu.”Bana bak, rahat dur,huysuzluk etme “dedim! Galiba, duymamazlığa verdi, belkide o an,kendini bana vermek istedi.Bunların hiç biri,tanrının umurunda değil gibi geldi bana.Geldiği dünya,benim,her istediğimde içine girebildiğim bir dünyaydı.Ama o! Kentin binbir süslü dükkân dolu caddeleri onu çekiyor,ama oralara,sadece bakabiliyordu.O dükkânların ,göz boyacısı vitrinlerinde, satın alınmayı bekleyen,adını bile bilemediği eşyalar bir yana,ayakları aslan pençesi, bilmem kaçıncı Fransız hükümdarı Loi tarzı salon mobilyamızda oturmuş,koltuk ve divanı el yapısı,oturma odamızın Hereke halısına uzanmış,sağ eliyle,uyarmama rağmen,göğsümü gezinip,beni, kendine davet etmeye çalışıyordu.

Güzeldi.

Basit,insanı bakarken yormayan,kenar mahalle pırıltısı yerleşmiş,çekici,oval bir yüzü vardı.

“Rahat dur dedim,şeytan doldurur”!Kıkırdadı.

4.bölüm

Bana meydan okumak istedi.Dişlerini etimle buluşturdu,çenesini sıkıladı,sanki vücudumu,parmak parmak koklayacaktı.

“Senin vücudun,niye o sosyete züppeleri gibi kokmuyor “ dedi.

“Ne kokuyor,hoşuna mı gitti “ dedim.

“Bizim mahalledeki bakkaldan,tane ile aldığım yeşil sabun kokuyorsun.Sanki bizim arka sokakta oturan biri gibisin.Peki bu güzel evde,bu süslü evde, sen neden sosyete değilsin”!

Dur şimdi,anlatayım demeye kalmadı,bütün vücudu ile üzerime abandı.Karşı koyamadım,belkide koymak istemedim.Varoluşunu,burnunu burnuma dayayarak göstermeye durdu.Gözbebeklerim,gözbebeklerine ulaştı,saçını yıkadığı şampuanın,etinde kalan kokusu,başımı döndürmeye durdu.

Dudaklarımı ısırdım.Canımı yakmak istedim ki, zevkin ırmağında yitip, gitmeyeyim.Görünen o ki,şantiyeye gidene kadar,hiç olmazsa,beş on gün yanımda kalacaktı.Bu zamanda da,elbette rahat durmayacak,belkide başımıza bir iş açacaktı.Sürünerek altından kalktım.Banyoya yürüyüp,beyaz dolapta,havlularımın altında gizlediğim kutudan,bir tane koruma aldım.

“Ne gıcıksın,bir kadın böyle bırakılır mı” diye öfkelendi.

Koruma elimde,beyaz serin çarşafın üzerine,yanına uzandım.”Gıcık değilim,elimdekine iyi bak,nedir bu,daha önce hiç gördün mü” dedim.”Hayır” dedi, burnundan öptüm.”Dinle o zaman “dedim.”Bu eldiven parmağı gibi şey,erkekliğe takılan şapkadır.Hamileliği önler.Önceki beraberliklerimiz,hovardalık,maceracı işlerdi.Ama bu defa bu eve,kendi gönlünle,kendi rızanla geldin.Bu durumda,dişiliğin,yumurtaların başka türlü çalışır.Hamilelik ihtimalin artar.Çünkü hem gövden hem de ruhun istiyor”!

Bu lâfları sakince dinledi,yüzü pembeleşti,kızarır gibi oldu.Elini,erkeklik şapkasına uzattı,çekindi,tutamadı…Gözlerine,küçük,masum bir kız çocuğunun,ürkek tebessümü,taç yaprağı gibi geldi,kanatlarını çırpmadan kondu.

“Ama Burhanoğlu” deyip,bir yanağını kırk yıllık karımmış gibi,çenemin altına uzatıp,tek varlık gibi kalmak istedi.”Burhanoğlu dedin, dinliyorum,haydi konuş”!

“Ben buraya,sana hanımlık yapmaya geldim.Karın olmasam da,müsaade et,karınmış gibi yaşayayım.Ama içimde tuttuğum bir sır var,onu da söylemek isterim”.

“Söyle o zaman,sıkma kendini” .

Başı,göğüs çatımda,sol eli,sağ pazumda,omzumda,fısıltı halinde geziniyordu.Anladım ki,henüz konuşmaya giremiyordu/giremeyecekti.Sol elimle bir cıgara kondurdum dudaklarıma,derin bir nefes çektim.Madem konuşmaya giremiyordu/giremeyecekti , ben de ruhumda gerilere dönmek,kendimi silkelemek,bu yaşın aklıyla gerileri görmek istedim.

Daha o zaman,üniversite öğrencisi idim.Hiç bir zaman,büyük hayallerim olmadı.Ama,her solukta,büyük ümitler varettim gönlümde.Onları,her şeyimle besledim.Bunun için,çok zihin emeği verdim,hâlâ da veriyorum.Yorulmadım.Harcadığım,her büyük yükten sonra, yeni doğmuş bir umut dünyası gibi,dipdiri,yaşamın ortasında buldum kendimi.Hayata sözü olmayan bir insan,neye yarar ki!

Cehennemde,ateşlere yanmadan da,bunları anlayabiliyorum.Tanrıların boş sözlerine ihtiyacım yok.Hiç birisi gerçeği yansıtmıyor.Hep,kimse acı çekmemeli diye düşünür,gönlümü ona göre ayar ederdim.Sarsılmaz gerçek budur.

Bir hekim için,yaşam ve korunması nasıl vazgeçilmezse,dünyanın acı çekmemesi de,benzer hatta eşit bir duygu,sorumluluk olmalıydı.

Binlerce yıl geçti,belki daha da fazla.

Bu basit gerçek,anlaşılmadı.İnsan,daima kendi vahşetine yenildi.

Yanımda,gövdesini,çekinmeden  bana sunan,aklından kimbilir neler geçen bu genç kadın,bu düşünme fırdöndüsünün neresinde olabilirdi!Ya da olabilir miydi!

O yüzden,üniversite yıllarımda,kimselerle bağlantım,derin arkadaşlığım olmadı.Aslında ben,öyle olmasını istemiş,yalnızlık şölenimi,kimseyle paylaşmak istememiştim.Yukardan bakınca, yığınla arkadaşım var gibiydi.Çok solcu,az solcu,gazoz şişesi gibi,tek tip milliyetçi,tek tük de, asabi dindar çocuk.

Etrafımda dururdu.

Kadın yerine,olgun yaştaki bir genç kız demek istediğim,sağlıklı bir bedenin yanında,şehvetin,ballı zehir akan girdaplarının,bakar körlüğü,bir tarafatan da beni durdurabiliyordu.İnsanın,anlaşılmaz derinliklerinden gelen,durdurulamaz varolma gayretine,kozmoza,ben diye haykırablmesinin,sağlıklı bir kadın bedeni üzerinden harekete geçebilmesine,nereye kadar karşı konulabilirdi ki!

“Yeter artık be adam,tak şu şapkayı da,bu eve niye geldiğimi anlayayım “diyerek,şapkayı,elime tutuşturdu.Direnmek,doğanın açık yollarına çıkıp,takoz koymak,artık doğru değildi.Şapka ile ben,bir süre vücudunu ısıtmak,kıvama getirmek istedik.Bu kez gövdeye yapılacak yolculuk,gövdelerin,kendi istedikleri,gönüllerinin sahillerine vuran dalgalarının biyeviyeliği idi.

Ben,bütün bunları yazarken,o zamanları tekrardan yaşıyorum.Hayatımın önceki zamanları,şimdi şu koca karyolada,az da olsa,keyfle yatarken,bitmeyen bir kara tren katarı gibi,zihnimin içinden,çerçeveler halinde geçiyorlar.Yılların içinde,bana sessiz yoldaşlık edegelen bu karyolanın,sabun tozu ile yıkanmış,Bursa pamuklusu, mis gibi kokarken,o özel zamanda,yine aynı temizlikle kokan kokan,bembeyaz çarşafın üstünde,yanyana yatmıyor muyduk!İçimde,inip çıkan dalgalar halinde, zevk darbeleri yaşamış,onu da,alabildiğince,kendime yaklaştırabilmiştim.Saçları dağılmış,alnındaki ter damlalarının bazısı gözlerine,bazısı da şakaklarına yuvarlanıyordu.Çok eski bir romanın, “Lizbon’a gece treni”,bir muammanın peşine takılan öğretmen Raimung Gregor’un,Lizbon tren garına,sabaha karşı,puslu bir havada,inişindeki şaşkınlık gibi,birlikte olmuştuk.

Hiç böyle,beden ve gönül beraberliği yaşamamıştı ve şaşkınlık içindeydi.Evine gelen telefonlara bakmış,arayan,bildiği,güvendiği biri ise,gelip,arabasıyla almış,götürmüş.Paranın verdiği güç ve kibirle, birlikte olup eğlenmişler.

Hepsi bu kadar.

Orgazmın ne ve nasıl olduğuna yabancıydı.Zaten vücudunun sarsılmasından,sesinin geriye kaçmasından,bilmediği o hoşluğun içine yuvarlanışıydan anlamıştım.

“Bana,öneml bir şey diyecektin,nedir o” diyerek,saçlarını okşadım.Çenesini,göğsümün ortasına koydu,başını kaldırdı.

“Evet,diyeceğim var.Bir çocuk ver bana”.    
 



Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

    Bu Habere Henüz Yorum Yapılmamış..!



 
 HABERLER
 
ÖZET OLARAK TÜRKİYE
15. BÖLÜM

Tarih : 19.08.2024
Devamı...
 
 
ÖZET OLARAK TÜRKİYE
13.BÖLÜM

Tarih : 18.08.2024
Devamı...
 
 
 
 MAKALELER
 
BİR EMİNE ROMANI
İÇ DÜNYA ÖYKÜSÜ

Tarih : 10.01.2024
Devamı...
 
 
sonbahara merhaba
candan ve gönülden

Tarih : 14.10.2023
Devamı...
 
 
 
 GİYOTİN HAVUZU
 

ÖZET OLARAK
TÜRKİYE / SONBAHAR 1

Tarih : 21.10.2024 |
Devamı...

 

ÖZET OLARAK TÜRKİYE
8. KISIM

Tarih : 1.08.2024 |
Devamı...

 

ÖZET OLARAK TÜRKİYE
7. KISIM

Tarih : 31.07.2024 |
Devamı...

 

ÖZET OLARAK TÜRKİYE
6. KISIM

Tarih : 28.07.2024 |
Devamı...

 


 
 

 
 
ANASAYFA BİYOGRAFİ SIK KULLANILANLARA EKLE GİZLİLİK İLKELERİ İLETİŞİM


Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.

HÜSEYİN SUNGUR | Resmi Web Sitesi | huseyinsungur.com © Copyright 2015-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA