ANASAYFA  |  ÖNERİ VE ŞİKAYET  |  İLETİŞİM

BİYOGRAFİ HABERLER MAKALELER GİYOTİN HAVUZU İLETİŞİM
KOCABUCAK HİKAYELERİ | HÜSEYİN SUNGUR | Resmi Web Sitesi
  KADROMUZ
 
KOCABUCAK HİKAYELERİ

HAVUZUN KENARINDAKİ ADAM

5. Bölüm


 

Toprakların ekili olduğu zamanlarda, ne vakit köye varsa,ne yapar yapar, yaralı adamı çiftliğe yakın tarlalardan birine götürür,ekili olan ne varsa, içinde mutlaka yürümesini isterdi.

O da , atalarında görmüştü bu toprak hürmetini.

"Küçük Bey,toprak candır,anadır.Seni iyi tanımalı ki,kokunu ezber ede.Ama daha da üstü şudur ki, ona sevgini göstermelisin,o da bizim karnımızı doyursun isteyerek.

Yoksa bize küser, dudağını dai yüzünü de sarkıtır " derdi.


 

Ameliyattan henüz çıkan hastanın durumu,aslında hiç de içaçıcı görünmüyordu.Tansiyon, bir türlü denetlenemiyor,onca yoğun tıbbî emeğe karşın,midedeki kanama durdurulamıyordu.Allah'tan hastahane avlusunun duvar kenarında bulunan muslukların, okaliptos ağaçlarınca meydana getirilen gölgeliklerinde , tünemiş gibi duran köylüler, köylerinin kıymetlisi bu adama, günlerdir yarı aç yarı tok hallerine bakmadan , kan veriyorlardı.

Hatta köydeki hayvanların bile , kan nöbeti değiş tokuşu yapanların deyişine göre, bağırtkanlıklarına, huzursuzluklarına ara verip, çok kıymetlileri bu adam için , sanki muamma bir sessizlik istiaresine yattıkları düşüncesi ,yer etmeye başlamıştı.

Halbukî çiftlikteki itlerden Pamuk,Çubuklu ve Dağtaş , baharda, yakındaki meranın dibinde, durduk yerde dellenip, köpekleşerek(!) , sürüye dalınca, kaç tane hayvan telef olmamışmıydı!

O zaman köyün kıymetlisi, itleri naylona(*) bindirip,Bucak tarlada, okaliptusların altında yanyana koduktan sonra, kafalarına , baba yadigârı Nagant'la, sıkmamışmıydı!

(*) Traktör romörkü...


 

Evet, köyün kıymetlisigerçekten de durduk yerdeyazının yüzünde otlayan sürüsüne dalıp,en az yedi,sekiz hayvanı keyfi yaralayan, bazılarını da öldüren çiftliğin en cins üç itini,kendinden beklenmeyen bir katılıkla , kurşuna dizer gibi vurmuş,sonra da gidip çiftlikteki odasına,saatlerce hüngür hüngür ağlamıştı.


 

Söz ağızdan çıktığında, ortalık yangın yerine döner gönüllerde.Söz bu,başka bir halta değil, yalnızca kendinedir endişesi,bağlanması, hoyratlığı.Köyün kıymetlisi,doldurun dediydi itleri naylona ki o vakte kadar , çiftliğin köpeklerine " it" dediği pek görülmemişti.

Topal Habip, ağasının yüzünde dolaşan çelik alazı gölgelenmeyi görür görmez, gazlı enterlerin örtmesine koşturmuş,kolçağı marş yoluna dürtmesiyle i her biri birer ejderha pençesine dönmüş elleri ile traktörü, bir kaç saniye içinde çalıştırmıştı.

Meydancılar köpekleri sürütüp, getirmişler, her biri birini tutarak, birlikte naylonun sırtına binmişlerdi.

Kalanı, bilinen mevzuydu zaten.


 

Göçmen Hakkı'nın, Balkanlar'ın bilmem neresinden , kimbilir hangi acılara,gözyaşlarına sarıp,sarmalayarak , getirip de bir türlü eskitemediği döğme bakırdan çay

Ocağının odun ateşiyle kıvamını bulmuş, deli kara katran demli çayından,usul bir ıslıkla , yudumunu ,dilinin üzerine yayan Topal Habib’in gözleri,yuvalarından öteye yaydığı pek korkutucu görüntüsüyle hiç de mütenasip olmayan bir kızıllığa doğru,ağır aksak uzanıp, duruyordu.

Ağır,ağır ıslanan ve kızarıklığı giderek artan gözler,Topal Habib’e , hangi korkutucu mağaranın karanlıklarından kopup geldiği tahayyûl edilemeyen bir yaratık görüntüsünü uygun görüyordu.

Aslında şaka değil,her iki ucu kabaca baltayla doğranmış,budakları yerinde duran ölçüsüz bir kütüğe benzeyen bu korkutucu adam, bir avucunda çay bardağı, diğerinde de sarma cıgarası, kalın ve etli dudaklarını ,ıssıra ıssıra ağlıyordu.

 

Havuzun kenarında oturan adam,hafif Moğol kırması gözlerini, gökyüzüne ortak yazılmış gibi duran dedesinden kalma evin , dar ve uzun sahanlığına dikerek,zamanın aklının içinden nasıl da çırpına çırpına oyunlar oynayabildiğini düşündü.Aslında havuza, havuz demek de doğru değildi. Yaklaşık iki metre çapında, dikdörtgenimsi , yekpare koyu beyaz renkli mermerden , ne zaman kesilip yontulduğu belli olmayan bir su yalağıydı bu havuz.

Kenarları,olsa olsa , yerden altmış ya da yetmiş santim yüksekti.Fakat işin ilginç tarafı , kenar yüzeylerinin sırtına işlenmiş olan kıvrımlı,at kuyruğuna benzeyen el işi kabartmalar, bu yalağın tarihi hakkında , esrarengiz bilgileri barınıdırıyor olmalıydı.  

Hatta başına kondurulan çeşmeden akan su, yalağın toprak zeminle birleştiği noktadaki bir delikten dışarı akarak, ufacık bir su yoluyla, beş on santim ötedeki, üstü eğreti beton kırıklarla örtülmüş bir deliğin  içine dökülüp, sırra kadem basıyordu.

Ne dedesi ne de babası zamanında, bu suyun nereye ,nasıl akıp da gözden kaybolduğu merak edilmemişti.

Düşündü, havuzun kenarında oturan adam.Zamanın neden bu kadar hızla akabildiğini anlamak istedi.Dirseklerini , dizlerinin üzerine sabitleyip,yüzünü, avuçlarının arasına aldı…


 


 



Yorum Ekle comment Yorumlar (0)

    Bu Habere Henüz Yorum Yapılmamış..!



 
 HABERLER
 
TUTUNAMAMAK
NASIL BİR EDEBİYAT

Tarih : 17.12.2024
Devamı...
 
 
BÜYÜKEVİN HİKAYESİ
2.2. BÖLÜM

Tarih : 26.11.2024
Devamı...
 
 
 
 MAKALELER
 
BİR EMİNE ROMANI
İÇ DÜNYA ÖYKÜSÜ

Tarih : 10.01.2024
Devamı...
 
 
sonbahara merhaba
candan ve gönülden

Tarih : 14.10.2023
Devamı...
 
 
 
 GİYOTİN HAVUZU
 

ÖZET OLARAK TÜRKİYE
16. BÖLÜM

Tarih : 23.11.2024 |
Devamı...

 

ÖZET OLARAK
TÜRKİYE / SONBAHAR 1

Tarih : 21.10.2024 |
Devamı...

 

ÖZET OLARAK TÜRKİYE
8. KISIM

Tarih : 1.08.2024 |
Devamı...

 

ÖZET OLARAK TÜRKİYE
7. KISIM

Tarih : 31.07.2024 |
Devamı...

 


 
 

 
 
ANASAYFA BİYOGRAFİ SIK KULLANILANLARA EKLE GİZLİLİK İLKELERİ İLETİŞİM


Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz.

HÜSEYİN SUNGUR | Resmi Web Sitesi | huseyinsungur.com © Copyright 2015-2024 Tüm hakları saklıdır. İzinsiz ve kaynak gösterilemeden yayınlanamaz, kullanılamaz.

URA MEDYA